Bu hafta sonu Fransa’da 40 yıllık bir düş, halkın oyuna sunuldu ve kabusa dönüştü. Fransızlar’ın ulusal kahramanı De Gaul’ün başini çektigi “ Birleşik Avrupa” rüyası; yine De Gaul’ün evinde soğuk bir duşa maruz kaldı.
Bu hafta sonu Fransa’da 40 yıllık bir düş, halkın oyuna sunuldu ve kabusa dönüştü. Fransızlar’ın ulusal kahramanı De Gaul’ün başini çektigi “ Birleşik Avrupa” rüyası; yine De Gaul’ün evinde soğuk bir duşa maruz kaldı.
Her ne kadar Dışişleri Bakanımız; AB Anayasasının Fransa’da halkoyu ile reddedilmesinin, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecini etkilemeyeceğini söylese de, bunun ancak bir temenni olduğunu herkes biliyor. Daha şimdiden Fransız hükümetinin, halkın güvenini tekrar kazanmak için Türkiye’ye yükleneceğini konuşuyor. Hatta yakında Fransa’dan da üyelik yerine özel statülü ortaklık fikirlerinin çıkması bekleniyor. Başarısızlığın faturası Türkiye’ye kesilecekmiş gibi görünüyor. Ama gerçekten de durum, göründüğü gibi Türkiye’nin suçu mudur?
Biz Avrupa Birliği meselelerine hep Türkiye’den baktığımız için, Avrupa Birliği ile ilgili bütün gelişmeleri Türkiye’nin üyeliği ekseninden düşünerek değerlendiriyoruz. Oysa Batı Avrupa’da yaşayan vatandaşlar için çok daha farklı sorunlar olduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Elbette ki oylamaya katılıp da Avrupa Birliği Anayasasına hayır oyu verenlerin Anayasayı okuyup beğenmediklerini ve bu yüzden hayır oyu verdiklerini düşünmek saflık olur. Pazar günkü referandumda Demokrasinin nimetlerinden biri olan serbest seçim, (hükümetlerin beklentilerinin aksine) halkın tepkisini dışa vurma aracı olma görevini yerine getirmekten başka hiç bir işe yaramadı. Peki, Avrupa halkı neye tepkiliydi?
1) 40 yıldır süregelen bu büyük Projede aslında halk, hiç bir yapının oluşturulma sürecine dahil edilmedi. Halkın oylarıyla seçilen temsilcilerden oluşan Meclis, birliğin en işlevsiz kurumu halinde. Bütün kurumlar ve yasal düzenlemeler tepeden inmeci bir yaklaşımla hükümetlerce biçimlendirildi ve bu arada halkın onayının gerekliliği göz ardi edildi.
2) Avrupa Birliğinde işsizlik oranı %9’lar civarında. Türkiye’de bu rakamın %10,3 olduğunu düşünülürse Avrupa’nın da çok cazip bir iş kapısı olmadığı, aksine oradaki vatandaşların da Türkiye’dekiler kadar işsizlik problemlerinin getirdiği ekonomik ve psikolojik travmalarla yüz yüze kaldığı sonucu ortaya çıkıyor.
3) Haçlı seferlerinden günümüze varan bin yıllık süreç boyunca Hristiyanlarin İslam fobisi dinmedi. Özellikle 11 Eylül olayları ve Türklerin ucuz işgücü potansiyeli taşıdığı yolundaki önyargılar, Türk ve İslam karşıtı politikacıların ekmeğine yağ sürdü.
4) Ayrıca Anayasa’yı okuyup da “Hayır” oyu vermiş olanların Anayasa’nın hukuki ve medeni düzenlemelerden çok bir ticaret ve Pazar düzenlemecisi rolüne büründüğünün farkına vardılar. Anayasa da en az 160 kez “ rekabet” “ piyasa” ve “ Pazar” gibi ekonomi terimleri yer almakta.
Bütün bunlar üst üste konulunca Fransız halkının Anayasayı niçin reddettiğini anlamak kolaylaşıyor. Hükümetlerin ve finans piyasası aktörlerinin gerekli düzenlemeleri ve politika oyunları yaparak bu anayasayı halka kabul ettirecekleri kesin gibi görünüyor. Bu uğurda Türkiye’nin üyeliğini feda edip etmeyeceklerini görmek için ise biraz daha zaman gerekiyor.
İşin asıl bizi ilgilendiren tarafına gelmek gerekirse şunu söylemek gerekir ki Türkiye’nin Avrupa Birliği yolculuğundaki adımları daha da ağırlaştı. İktidarlarını korumak isteyen hükümetler Türkiye’ye karşı tavırlarını sertleştirecekler. Artik Avrupa Birliği yolu daha da dikenli.
Bir Türk vatandaşı olarak ise beni Avrupa Birliğinden daha çok Türkiye ilgilendiriyor. Ekonomik, hukuki ve sosyal alanlarda Avrupa Birliği standartlarına ulaşmak elbette ki çok yüce bir amaç, ancak bu standartlara sirf Avrupa Birliğine girebilmek için ihtiyacımız olduğunu düşünmek büyük bir yanılgı. Türk halkı Avrupa Birliğine girilmese de bu iyileştirmeleri ve daha güzel bir Türkiye’de yaşamayı hak etmiyor mu?
Hükümetin, yaptığı çalışmaları ve iyileştirmeleri, Avrupa vitrinine anlattığı kadar Türk vatandaşlarına da anlatması gerekmiyor mu?
Daha güzel bir Dünya’da yaşayabilmek için Avrupa Birliğine ihtiyacımızın olması doğru bir şey mi?
Bence değil...
Sevgiyle Kalin
Haluk Levent